DUYURU PANOSU
Mezunlarımızdan bırakılan
duyuruları görmek için tıklayınız.
İletişim Bilgileri
Adres:
Üsküdar Amerikan Lisesi
Vakıf Sok. No: 1 Bağlarbaşı
34664 Üsküdar İSTANBUL
Ofis saatleri:
09.00 - 16.00
(Hafta içi her gün)

REUNION 2011, ‘1 ve ‘6‘Lİ YILLAR - UAA Bahçesi ve Auditorium

1961 Meunumuz Ayşe Gürkan Sarıoğlu'ndan mesaj:

Dear Friends, 
On June 18, 2011 standing with my friends on the same stage where half a century ago we celebrated our graduation, I sent a silent thank you to former educators, administrators, principals and teachers of the school whose names I cannot know but to whom I am deeply grateful for the brilliant idea of inviting alumni every five years for a reunion with their classmates and their school. 

On that day we listened to class secretaries unanimously speak of the "spirit of Üsküdar" which we all cherish. But let us be frank, very few of us could have nurtured this spirit through our personal efforts and to this degree, for 50, 40, 30 etc. years had not our school diligently maintained and perfected this organization through the years. 

I left İstanbul after my graduation to live in Ankara and never returned except for visits. But I have always known that on a beautiful June day every five years, I can be at my school, come together with my friends, walk the same garden paths I did at seventeen and at the end of the day return home with my memories and friendships refreshed. 

Having a target date set, no matter how distant, gives all of us the motivation to keep the rendez-vous and the system works excellently because like most brilliant ideas, it is amazingly simple. 

For the opportunity I enjoy every five years, I am deeply grateful to those who have had the foresight to establish our days of reunion and also the successive alumni association members who each year work with dedication to give us all a perfect June day of fond memories. 

Ayşe Gürkan Sarıoğlu 
Class of '61

 

1986 Mezunumuz Tülin Kulluk Kozikoğlu'nun, '86 mezunları Auditorium'da mezuniyetlerinin 25.yılını kutlarken yapmış olduğu konuşma:

Biz bu okulda yedi sene okuduk. “Epi topu yedi sene… bir insan ömründe ne kıymeti var ki?” deyip geçmeyin. Ben yedinin gizemine inanıyorum. Yerin altı yedi kat, sema yedi kat… Gökkuşağının renkleri yedi, haftanın günleri yedi… Hristiyanlıkta yedi günah var, İsviçreli bilimadamlarının yaptığı diş macunlarında yedi koruma… İstanbul’un yedi tepesi var, Pamuk Prenses’in yedi cücesi, Hürmüz’ün yedi kocası… Biz de burada yedi sene okuduk, vardır bir hikmeti. Bu yedinin sırrı her ne ise, bize de dokunmuştur elbet ucundan kıyısından tılsımı. 

Sanırım bu tılsım yüzündendir ki biz “Üsküdarlılar” farklı olduğumuza inanırız. Peki ama nasıl farklıyız? Neler oldu bu yedi senede? Bir potada eriten neydi bizleri burada? Aynı paydada toplayan. Neydi bizleri “Üsküdarlı” kılan? İçimize işleyen? 5 sene, 15 sene, 25 sene, 55 sene sonra burada toplaştığımızda hala göğsümüzü gere gere “Üsküdarlıyım!” dememizi sağlayan? 

Bu soruların cevabını bulmak için nereye bakmak gerekiyor? Bu okulda okuyan öğrencilere mi, yoksa okulun kendisine mi? Öğrenciler çeşit çeşit, renk renk, yüzlerce, binlerce… Biz en iyisi okula bakalım. Nasıl bir okulda okuduk biz? Onu biraz kurcalayalım. 
Biz farklı bir okulda okuduk. 

Biz salıncaklı bir okulda okuduk. 

Biz ağaçlı bir okulda okuduk. 

Biz tarihi ağaçların altında kolkola girip dolaştığımız ve böylece “stroll” kelimesinin 
anlamını öğrendiğimiz bir okulda okuduk. 

Biz burnumuzda mis gibi sümbül kokuları eşliğinde oklarımızla hedefleri 12’den vurmayı öğrendiğimiz bir okulda okuduk. 

Biz her Cuma son derste oditoryumda gösteri izlenilen bir okulda okuduk. 

Biz bir Cuma günü öğretmenlerin Teacher’s Talent Show’da öğrencilere Muppet Show’u sahneleyebildiği bir okulda okuduk. 

Biz bir Bahar sabahı Mayıs Kız’larının kurdelelerle daireler çizerek kelebekler gibi salındığı bir okulda okuduk. 

Bu kadarla kalsa iyi… 

Biz çevreci kavramı henüz Batı dünyası için bile yeniyken biyoloji dersinde asit yağmurundan bahseden bir öğretmenin olduğu bir okulda okuduk. 

Biz üniversitelerde bile laboratuarların zor bulunduğu yıllarda fen laboratuarında kimya deneyleri yapılan bir okulda okuduk. 

Biz araştırma tekniklerini ancak doktora öğrencilerinin öğrenebildiği bir ülkede footnote’undan referansına, bibliyografisinden indeksine kadar araştırma makalesi yazmanın ince ince öğretildiği bir okulda okuduk. 

Biz, okuduğumuz metinlerde geçen peanut butter’ın ne menem bir şey olduğunu merak ettiğimiz için, taaa Amerika’dan bize peanut butter getirip derste yediren bir öğretmenin İngilizce öğrettiği bir okulda okuduk. 

Biz önce Romeo ve Juliet, ardından da West Side Story okutulup, ikisinin karşılaştırması yapılan bir okulda okuduk. 

Biz edebiyat dersinde Orhan Pamuk okutulan, üstelik henüz Orhan Pamuk Orhan Pamuk değilken, sıradan bir genç yazarken, Orhan Pamuk okutulan bir okulda okuduk. 

Biz ülkemizde sanat kelimesinin anlamının bile tam olarak algılanamadığı yıllarda, resim dersinde sıradan resimlerin çizildiği değil, papier-mache maskeler yapılan bir okulda okuduk. 

Biz ülkemizde demokrasinin sadece esamesinin okunduğu yıllarda, öğretmenlerimize “You have no right to do this to me” diyebildiğimiz bir okulda okuduk. 

Öte yandan biz, beyaz çorabımızın kenarında bir adet kırmızı çizgi yüzünden detention’a kaldığımız bir okulda okuduk. 

Bu kadarla da kalsa iyi… 

Biz ülkemizde cinselliğin tabu olduğu yıllarda, oditoryumda 40 dakikalık cinsel eğitim üzerine film seyrettirilen ve kütüphanesinde “How to undress in front of your husband” isimli kitabın bulunduğu bir okulda okuduk. 

Biz Mr. Yevremoviç gibi, Mr. Larson gibi tanrısal yakışıklılıktaki öğretmenlerin ders anlattığı bir okulda okuduk. 

Öte yandan biz, 18 yaşın altındaki erkek sineklerin bile uçmasına izin verilmeyen bir okulda okuduk. 

Biz belki bir gün bir baloda dansetmemiz gerekir ihtimaline karşılık aylarca beden eğitimi dersinde “Girls do the do-si-do, boys do the do-si-do” diyerek dansetmeyi öğrendiğimiz bir okulda okuduk. 

Biz kız kıza dansetmekten utanmadığımız bir okulda okuduk. 

Biz sofra kurarken tabağın masanın kenarından bir inch, ne daha az ne daha fazla, tam bir inch uzaklıkta olması gerektiğini öğrendiğimiz bir okulda okuduk. 

Biz pancake pişirdiğimiz cooking class’ten çıkıp, teoremlerin ispatını yaptığımız geometri dersine girilen bir okulda okuduk. 

Biz yemeklerin okul mutfağında usta bir Ermeni aşçı tarafından anne yemeği kıvamında pişirildiği ve seneler sonra tadı hala damağımızda kalan bir okulda okuduk. 

Biz ülkemizde kakaolu kekten öteye gidilemediği yıllarda, yeryüzündeki canlıların tadıp tadabileceği ve tarifi hala bir muamma olan dünyanın en lezzetli brownie’sinin pişirildiği bir okulda okuduk. 

Biz anne-babaların aktivite-etkinlik-hobi gibi kelimelerden bihaber olduğu yıllarda knitting club’dan newspaper club’a kadar bir çok seçeneğin sunulduğu kulüp saatlerinin olduğu bir okulda okuduk. 

Biz kendimiz de henüz küçücük yüreklerken yetimler yurdu, yaşlılar yurdu gibi mekanlarda yalnız yürekleri şenlendirmemize önayak olan bir okulda okuduk. 

Biz bir buçuk saatlik öğle tatilinin olduğu ve bu bir buçuk saatin ister basketbol oynayarak ister dedikodu yaparak geçirilsin sonuna kadar keyfinin sürüldüğü bir okulda okuduk. O bir buçuk saatte hiçbir şey yapmıyormuşuz gibi görünürken aslında bitmeyecek dostlukların temelini attığımız bir okulda okuduk. 

Biz çağımızın ötesinde bir okulda okuduk. Çağımızın ötesinde insanlar olabildik mi? Bilmiyorum, bilemiyorum. Pek de önemsemiyorum açıkcası. Fakat şunu biliyorum; biz insan olabildik! Biz bu okulda sevinebilmeyi, üzülebilmeyi, sevebilmeyi, sevememeyi, acı çekmeyi, zevk almayı, heyecanlanmayı, hüzünlenmeyi, kızmayı, kıskanmayı, şımarmayı, eğlenmeyi, sıkılmayı öğrendik. Biz bunların ayıp olmadığını, doğal olduğunu öğrendik. Tüm bunları yaşamaya ziyadesiyle hakkımız olduğunu öğrendik. Tüm bunların insan olmanın parçası olduğunu öğrendik. Tüm bunları eni konu yaşamanın esas olduğunu öğrendik. 

Eni konu yaşamanın ötesinde, biz hiçbir işi de üstünkörü yapmadık. İster ev kadını, ister iş kadını olalım, her ne isek tam olduk. Aslına bakarsanız, biz hiçbir duyguyu da üstünkörü yaşamadık. Mutluysak kahkalarımızla çınlattık etrafı, mutsuzsak terapistlik, hatta hastanelik olduk. Zirveye de çıksak, dibe de vursak yaşadığımızı bildik, hissettik. Dibine kadar yaşadık hayatı, tüketene kadar. Girdiğimiz ortamlarda farkedilmeye, hatırlanmaya, olayların kadını olmaya her daim bayıldık. Ama yeri geldi, geri durmayı da bildik. 

Bizden bekleneni değil, beklenmeyeni yaptık. En sessiz sakinimiz kırkına geldiğinde dünyanın en büyük uluslararası şirketlerinden birinde iletişim direktörü, en utangacımız tanınmış bir gazeteci, en matematik beyinlimiz aşçı, en sanatçı ruhlumuz ülkenin en hızlı büyüyen şirketinin sahibi, edebiyat öğretmeninden azar işitip duyarsızlıkla suçlananımız yazar oldu. Biz etrafımızdakileri şaşırtmaya bayıldık. 

Biz bu okulda hem şaşırtmayı hem şaşırmayı öğrendik. Hayatın sürprizlerle dolu olabildiğini, hayatın bize getirdiklerine şaşırıp heyecanlanabildiğimiz, yeniliklere adapte olabildiğimiz sürece mutluluğu yakalayabileceğimizi öğrendik. Biz bu okulda yaşamayı öğrendik. İyi veya kötü, yaşadığımız her ne ise onu sonuna kadar yaşamayı, doya doya yaşamayı öğrendik. Biz bu okulda insan olmayı öğrendik. 

Biz bir kız okulunda okuduk. Okulumuz bir kız okulu olduğu için her gün küfrederek okuduk. Derslerde erkek okullarının yıllıklarını karıştırarak kendimize sevgililer seçtik. “Ah bir de erkekler olsaydı…” diye başlayan cümleler kurduk. Erkeksiz bir okulda okumanın ızdırabını konuşmaktan bıkmadık, usanmadık. Erkeklerin eksikliğini her gün, her saat, her dakika hissettik. Sanki o yedi senelik cezamızı çekecektik de sonra erkekli bir dünyaya kavuşunca başlayacaktı gerçek yaşam. Bilemedik kıymetini o biz bize geçirilen günlerin! Ne büyük rahatlıkmış, nasıl bir huzurmuş meğer kız kıza olmak, hemcinslerinle yalnız kalabilmek. Huzurla, rahatlıkla kalsa iyi! Üstüne üstlük, bir de ne büyük erdemlere gebeymiş meğer o günler. 

Sonunda erkeklere kavuşunca anladık bu eksikliğin aslında bir nimet olduğunu ve bizi eğittiğini. Erkeklere kavuşunca farkettik kadının kadın olması için, kadınlığını hissetmesi, yaşaması için illa ki yamacında bir erkeğin gerekmediğini, kadının bir erkekle tamamlanmasının şart olmadığını. Çok sonra geriye dönüp bakınca… burada, erkeksiz günlerimizde kendi kendimize yetmeyi öğrendiğimizi gördük. Kendi kendine yeten bir kadının, erkeklerin gözünde daha makbul olduğunu öğrendik. Hayatı daha sağlam yaşadığını, çevresine daha fazla ışıltı saçtığını, eşine eş olabildiğini. 

Sevgililerimizi, kocalarımızı bizi tamamlasınlar diye değil, bize eşlik etsinler diye seçtik. Çünkü biz her daim tam olduk, kadın gibi kadın olduk. Biz bu okulda kadın olmayı öğrendik. 

Bir arkadaşımın kocası şöyle demişti bir seferinde: ev alacaksan köşe, mobilya alacaksan meşe, kız alacaksan Ayşe… amma ve lakin Üsküdarlı Ayşe alacaksın!! 

Evet, bu okul bize iyi bir etiket verdi; iyi bir akademik temel, sağlam bir gusto. Girdiğimiz her ortamda “Üsküdar’lıyım” deyince akan sular durdu, tüm kapılar açıldı. Bu etiket belki bir iş, belki bir eş sağladı. Ama işler geldi geçti, eşler geldi geçti. Baki kalan Üsküdarlılık oldu. Baki kalan Üsküdarlı arkadaşlar oldu. 

Üsküdarlı’nın yanında her daim en az bir Üsküdar’lı oldu. Mutluyken, mutsuzken, hastayken, sağlıklıyken, başarılıyken, başarısızken. Ortaokuldayken, lisedeyken, üniversitedeyken yanımızda, en yakınımızda Üsküdarlılar oldu. İşe girerken, işten atılırken iş kurarken, iş batırırken yanımızda, en yakınımızda Üsküdarlılar oldu. Evlenirken, evlenemezken, boşanırken, boşanamazken yanımızda, en yakınımızda Üsküdarlılar oldu. Çocuk doğururken, hamile kalmak için çabalayıp kalamazken, evlat edinirken yanımızda, en yakınımızda Üsküdarlılar oldu. Her mutluluğumuzda veya her sorunumuzda telefonun diğer ucunda muhakkak bir Üsküdarlı oldu. 

Nefesimiz her sıkıştığında “Haydi bir kızlar gecesi yapalım” dedik, ferahlamak için. Bu gecelerde açtık içimizi birbirimize, döktük eteğimizdeki taşları, hayatımızdaki eksileri ve artıları. Evet, sadece artılar değil, eksilerimiz de oldu. Biz Üsküdarlılar boş işler peşinde koşmadık mı? Koştuk. Ayıp şeyler yapmadık mı? Yaptık. Haltlar karıştırmadık mı? Karıştırdık. Toplumu kızdıracak davranışlarda bulunmadık mı? Bulunduk. Bize bu okulda her ne kadar edepli olmak, terbiyeli olmak, eğitimli olmak, entellektüel olmak öğretildiyse de biz insan olmaya öncelik verdik. Yaşamaya, dibine kadar yaşamaya, gerçekten yaşamaya önem verdik. Hayatı defolarıyla yaşamayı bildik, hayatın defolarına karşılık bizim de defo hakkımız olduğunu unutmadık. 

Kimbilir belki anne-babamıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmedik, ya da kardeşlerimizle kavga ettik veya çocuğumuza tokat attık. Kimi zaman akıllı bir sohbette sıkılıp yanımızdakiyle dedikoduya dalmayı tercih ettik. Kimi zaman sofistike bir kitap okumak yerine boş bir diziyi seyretmeyi yeğledik. Gün geldi ülkenin gerçeklerine, sorunlarına sırtımızı dönüp keyfimize baktık, gün geldi işte tembellik edip çalıştığımız şirketi zarara soktuk. Belki kocamızı aldattık, belki birinin kocasını ayarttık, belki evlenmeden hamile kaldık, bebeğimizi aldırdık. Ama tüm bunları yaparken zerafetimizi asla yitirmedik. Ve birbirimize olan inancımızı; “Üsküdarlı yapıyorsa, bir bildiği vardır!” dedik. Birbirimize sırtımızı dönmedik… Üsküdarlı’yı eleştirdik ama yargılamadık. 

Evet, birbirimizi kimi zaman alkışladık, kimi zaman eleştirdik. Taltif ettik, alay ettik, birbirimizi vezir ettik, rezil ettik. Ama hiçbir gün birbirimize tırnaklarımızı çıkartmadık. Her ne yapıyorsak yumuşak dokunuşlarla yapmayı bildik. Birbirimizle yarışmadık. Biz bu okulda dost olmayı öğrendik. 

Biz 11 yaşında bu okula adımımızı attığımızda bir ailenin küçük kızıydık. Biz bu okulda yedi sene içinde insan olmayı öğrendik, kadın olmayı öğrendik, dost olmayı öğrendik. Küçücüktük, büyüdük… iş kadını olduk, ev kadını olduk, belki birinin eşi olduk, belki anne olduk. Yaşamımız boyunca çeşitli etiketler yapıştı üzerimize. Ama dediğim gibi işler geldi geçti, eşler geldi geçti. Annelik bile post it misali 18 yıl yapışık kalıp yavaşca düşüyor yakamızdan. Amma ve lakin Üsküdarlılık öyle mi? Girdi mi çıkmıyor bünyeden. Ne mutlu bize! Ne mutlu Üsküdarlıyım diyene!! 

Teşekkür ederim Üsküdar; bana verdiğin her şey için… Ama en çok iyi günde, kötü günde yamacımda olan Üsküdarlı arkadaşlarım için!! 

Tülin Kulluk Kozikoğlu '86