HABERLER » Röportajlar » Üsküdar’ın Seyyahları | ALUMNI UAA - Üsküdar Amerikan Lisesi'nden Yetişenler Derneği

FİTNAT KINRAN (UAA’61) / ZARİFE TÜMAY (UAA’64) / BERRİN YAZICI (UAA’64)

Üsküdar Amerikan Lisesi mezunları ve dostları seyahatnamesi (1998-2014)

UAA Yetişenleri Derneği’nde çalışırken başladığımız okul gezilerine dernekten ayrıldıktan sonra da

devam ettik. Bu kararda, bizlerle gezilere katılmış olan mezunlarımız ve dostlarının talep ve teşvikleri ve derneğimizin burs fonuna katkıda bulunmaya devam etme isteğimiz etkili oldu. Böylece üç arkadaş (Fitnat Kınran ’61, Zarife Tümay ’64, Berrin Yazıcı ’64) sınıflarımızı temsilen 1998’den 2014’e kadar yurt içi ve yurt dışı birçok gezi düzenledik ve bu gezilerden gelen bağışların tümünü derneğimiz burs fonuna vermekten kıvanç duyduk. Bir tek 1999 senesi, deprem sonrası, derneğimizi haberdar ederek, burs fonu yerine, Kocaeli’de bir çadır kentin tüm okul çocuklarına kışlık bot yardımı yaptık.

Bu gezilerden geriye sadece burs fonumuza yapılan bağışlar değil, 20 seneyi aşan dostluklar, gördüğümüz etkileyici tarihi yerler ve nefes kesen coğrafyalar, paylaştığımız anılar, heyecanlar kaldı. Yediğimizi ve içtiğimizi paylaşmaya kalksak yerimiz yetmeyeceği için, onları kendimize saklayıp sizlere gördüklerimizi anlatacağız.

1998’de ilk yurt dışı gezimize talep o kadar büyüktü ki Budapeşte ve Prag’da iki otobüse bölünmek zorunda kaldık. O dönemin Prag Sefiresi mezunumuz İnci İskit’in (UAA’61) bizleri Sefarethane’de ağırlaması gezimizi taçlandırdı. Bu masalsı günlerin sonunda bizi
bir de sürpriz bekliyordu. Atatürk Havalimanı’nda meydana gelen bir kazadan dolayı uçağımız İzmir’e yönlendirildi ve bir gece Kuşadası Tusan Otel’de misafir edildik – bu da gezimizin “bonus”u oldu.

1999 Mayıs’ında gördüğümüz heybetli Atatürk Barajı, Urfa’nın ulvi Balıklı Gölü, henüz baraj suları altında kalmamış Halfeti’nin naifliği ve Antakya’da izlediğimiz dinlerin kardeşliği ve eşsiz Mozaik Müzesi anılarımızda silinmeyecek izler bırakmasına rağmen, Nemrut Dağı’na son senelerin en şiddetli fırtınası sırasında tırmanıp o olağanüstü heykelleri ve günbatımını tepemizde bulutlar çarpışırken, elimizde şarap kadehlerimizle görüşümüz bu gezinin en unutulmaz anlarıydı.

2000 ilkbaharında yine yurt dışı sıramız gelmişti ve İsrail’e gittik. Gezi programı çok iyi yapılmıştı, kısa sürede görülebilecek her yeri görme fırsatını bulduk – bütün tek tanrılı dinlerin çıkış noktası olan bu topraklardan haliyle çok etkilendik.

 Demek enerjimiz bitmemiş ki sonbaharda da Eğirdir-Burdur göller yöresine gittik. Gezimize katılan, İsviçre’de yaşayan bir arkadaşımız böyle güzel gölleri orada dahi görmediğini hep söyler. Eğirdir yakınlarında elma bahçelerine dalıp senenin turfandasını ellerimizle koparmak başka bir zevkti.

2001’de gezilerimizin belki de en güzelini Rusya’ya yaptık St. Petersburg’dan başlayıp Volga üzerinde Moskova’ya indiğimiz bu nehir gezisi hem dinlendirici, hem eğitici, hem de çok eğlendirici idi. Gemiden katıldığımız turlarla, her iki şehrin en ihtişamlı saraylarını ve müzelerini rüyada gibi gezmemizin yanında, gemi seyir halinde iken katıldığımız çeşitli kursların semeresini de son gece verdiğimiz Rusça şarkılar konserinde aldık (Karşı sayfadaki fotoğraf). Bu gezimizin bir zirvesi, batmayan güneşi ile beyaz geceler ise, diğeri kuşkusuz Bolşoy Tiyatrosu’nda seyrettiğimiz Kuğu Gölü Balesi idi.

2004 bizleri Diyarbakır-Mardin-Van seferine çıkardı. Diyarbakır surları, Mardin’in taş evleri ve civar manastırları, yol üstünde Malabadi Köprüsü ve türküsünü çığıran köy çocukları, Ahlat’ın adam boyundan yüksek Selçuklu mezar taşları, Urartu ören yeri, Akdamar adası ve kilisesi görüldükten sonra güneşi Van Kalesi’nde batırıp ertesi sabah da sokaklarda kurulmuş masalarda meşhur Van kahvaltısını kaçırmadık.

2005’te hiç yağmura yakalanmadan Doğu Karadeniz gezimizi tamamladık. İnanılmaz Sumela Manastırı, cennet Macahel, gizlenmiş Karagöl, yeşilin en hası Artvin ve Karadeniz yaylalarına ilaveten günübirlik Batum’a geçtik. Türkiye’den giden ilk turist gurubu imişiz, bütün gün televizyon kameraları eşliğinde, Batum’un ileri gelenleri ile şehri gezdik. Şehir meydanında karşılanışımız muhteşemdi: Batum Şehir Korosu elemanları son iki şarkısı Türkçe olan bir mini konserle bizi şaşırttılar.

2006’da, Doğu Beyazıt-Kars-Erzurum gezimizde gördüğümüz İshak Paşa Sarayı, şansımıza bulutsuz bir gününde yakaladığımız yüce Ağrı Dağı ve yanı başında küçüğü, Nuh’un gemisinin silueti ve Meteor Çukuru gibi doğa felaketlerinin izleri, Kars yolu üzerinde, içine otobüsle girilebilen Tuzluca tuz madeni, Kars’ın eski Rus evleri, Ani harabeleri, Erzurum yolunda bir tarla gibi uzanan simsiyah, pırıl pırıl obsidyen yatakları, Atatürk’ün Erzurum Kongresi’ni topladığı tarihi lise binasında bu büyük insanların oturduğu sıralara oturmamız unutulmayacak anılarımız arasına girdi.

2007’ye gelince yine yurt dışına açıldık. Saraybosna’da savaş sonrası yıkım görüntüleri, göz alabildiğine uzanan beyaz mezar taşları, yakılmış kütüphanesi içimizi acıttı. Mostar Köprüsü onarılmış haliyle hepimizi hayran bıraktı, önünde poz poz resimler çekmekten kendimizi alamadık (Girişteki fotoğraf). Dubrovnik eski bir Ortaçağ şehri minyatürü gibiydi. Harika kıyı şeridini takip edip vardığımız Split’te gördüğümüz Roma devrinden Diocletian Sarayı’nın etkisinden hâlâ kurtulamadık. Travnik’te Nobel ödüllü İvo Andriç’in müze evini görüp, romanında da adı geçen, salkımsöğütler altında “Lutfiya’nın Kahvesi”nde içilen Boşnak kahvesinin tadı damağımızda kaldı.

Sonbaharda da kendimizi Göynük, Mudurnu, Beypazarı üzerinden Eskişehir’de bulduk; Göynük’ün doğası, Beypazarı’nın doğal ürünleri ve tarihi karakteri bozulmadan yenilenmiş evleri, Gordion’da Midas’ın tümülüsü ve müzesini hayranlıkla izledikten sonra, ertesi gün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı Seyitgazi’de törenleri izleyip Battalgazi Camii ve Külliyesi’ni gezerek kutladık. Ardından Frig Vadisi’nde Yazılıkaya’yı ve Midas şehrini görüp Eskişehir’e vardık. Bir şehrin özenli ve ciddi bir belediyecilikle ne denli güzelleştirilebileceğine ve yaşanır kılınacağına şahit olduk.

2008 Mayıs’ında da Ankara ve doğusuna gidelim dedik. Ankara’da Anıtkabir ve Cumhuriyet Müzesi’ni, eski hükümet binasını, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ve Kaleiçi’ni görüp, ertesi gün Hititlerin başkenti Hattuşaş’ı dere tepe gezdikten sonra Yeşilırmak’ın iki yakasını tarihi evleri ile süsleyen Amasya’ya vardık. Ertesi sabah Kastamonu’nun tarihi mekânlarını gezip Ilgaz Dağı’ndaki otelimize çıktık.  Dağ havasından sonra bir de göl havası almak için Bolu’nun Gölcük’üne gidip, ülkemizin bu en fotojenik gölünün çevresinde yürüyüş yapıp, bol resim çekip eve dönüş yoluna koyulduk.

Aynı yıl Kasım ayında Yedi Göller’in sonbahar renklerini kaçırmamak için Şile’den başlayıp, Ağva, Konuralp, Abant Gölü üzerinden gelip, bu inanılmaz doğa harikası göllerin en tepedekinden başlayıp, yaprakların oluşturduğu sarılı, kahverengili, turunculu halı üzerinde yavaş yavaş yürüyerek en aşağıdaki piknik alanına vardığımızda mangallardan gelen kokulara doğru kendimizi atıp en son gölün kıyısında harika bir piknik yaptık.  

2009 bizi Endülüs’e götürdü.  Burası İslam ve Avrupa medeniyetlerinin iç içe girdiği topraklar. Granada’da Elhamra Sarayı’nın ihtişamı, Cordoba’da Büyük Cami’nin kimliğini kaybettirmeden içine inşa edilmiş kilisesi, Vallencia ve Sevilla’nın kendilerine has, doğu-batı sentezi güzellikleri akıldan çıkar gibi değildi.

2010’da Tokat ve yakınındaki devasa mağara, Sivas’ta kapalı günü olmasına rağmen bizim için açılan Sivas Kongresi Binası, hepimizin hayran kaldığı İnönü Evi Müzesi, Divriği Camii ve Medresesi’nin olağanüstü taş oymaları, Kemaliye’ye varmak için geçtiğimiz elle oyulmuş tünel aralarından gördüğümüz dünyanın en büyük kanyonlarından Karanlık Kanyon ve hiç ummadığımız güzelliklerle karşılaştığımız, kendine has “Âşıklar Yolu” ile Kemaliye. Dönüş yolumuzda da özel izinle gezdiğimiz Keban Barajı unutulabilir mi?

2011 Konya gezimiz tabii bizi Mevlana’ya götürdü - yeni spor salonunda izlediğimiz sema gösterisi çok etkileyici idi. Konya çevresinde gittiğimiz eski bir Rum köyü, Çatalhöyük ören yeri, Meke Gölü de bu gezi programımızın içindeydi.

2012’deki Toscana gezimiz Floransa’dan başlayıp Cenova’da son buldu. Bölgenin harika orta çağ şehirlerinin güzellikleri civardaki yenilen yemekler ve içilen şaraplarla tamamlandı. Son durağımız Portofino’da bizler de “aşkımızı bulduk” diyebiliriz.

2013’te İzmir’de başlayıp Tire, Şirince, Selçuk, Kuşadası ve başta Efes olmak üzere Bodrum’a kadar gezdiğimiz çeşitli antik kentler - o bölgeyi tanıdığımızı sandığımız halde ne çok bilmediğimiz olduğunu keşfettiğimiz bir gezi oldu.

2014’te bu son gezimizi tüm gurubun favorisi olan Fransa’nın Provence bölgesine yaptık. Masallardan fırlamış “yamaç köyleri”, gelincik tarlaları, Van Gogh’un görüp resmettiği yerler, manastırdan dönüştürülmüş oteller ve Cote-de-azure’ın Picasso’yu da etkileyen derin maviliğin yanı başındaki müzesi çok yerinde bir seçim olduğunu gösterdi.

Her üçümüz de 50. mezuniyet yılımızı geride bırakınca, son Mezunlar Günümüzde bu gezi bayrağını genç sınıflara devrettiğimizi duyurduk. Bu gezilerimizin başarılı olmasını sağlayan tüm mezunlarımıza ve onların dostlarına, bize yol gösteren tüm değerli rehberlerimize teşekkür ediyoruz.

Provence gezimiz son gezimizdir dedik ama okulumuzun yapacağı veya diğer gezilerde bu güzel gurubumuzla yine beraber olacağımıza yürekten inanıyoruz.

https://www.ualyetder.org/tr/uskudarin-seyyahlari